31 Mart seçimlerinin ardından, siyasetle ilgilenen hemen herkesin zihninde beliren soru şu oldu:
Acaba mevcut iktidar 2028 yılına kadar yola devam edebilir mi?
Yoksa 31 Mart’ın da moral bozukluğuyla ‘toparlayamayacağı’ için, daha erken vakitlerde bir erken seçime gitmek zorunda mı kalır?
31 Mart’ın ertesinde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Saraçhane Medyası’ diye nitelendirdiği Ekrem İmamoğlu’na yakın medyada, Erdoğan’ın artık ‘toparlayamayacağına’ dair, tespitten çok temenni içeren yazılar yazıldı, görüşler serdedildi.
AK Parti’den çoktan kopmuş ve uzaklaşmış kimi çevrelerden de, ‘eski dosttan düşman olmaz’ sözü eşliğinde, MHP’nin AK Parti üzerinde yük olduğuna, bu yükün omuzlardan atılması gerektiğine dair, aslında ‘dostça’ olmayan bir takım görüşler geldi.
AK Parti MHP birlikteliğinin AK Parti’ye maliyet ürettiğine dair görüşler bu birlikteliğin başlangıç dönemlerinden itibaren hep var ola geldi.
Tersinden AK Parti ile birlikteliğin MHP için maliyet ürettiği görüşleri de tabi.
Maliyet tartışmaları konu bazlı yapılabilir ancak bu birlikteliğin bir sinerji ürettiği, zor dönemlerde Türkiye’nin beka tehdidine karşı bir kalkan olduğu, kaybedildiğinde nelere mal olduğuna dair çok acı tecrübeler bulunan siyasi istikrarı koruduğu, yapılan seçimlerde de hem AK Parti’ye hem MHP’ye yarar sağladığı net bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Bknz. 2017 referandumu, 2018-2019-2023 cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçim sonuçları.
AK Parti MHP birlikteliği nedeniyle AK Parti Güneydoğu’da oy kaybetti tezinin de sağlıklı bir tez olmadığını düşünenlerdenim.
Bir tane örnek vereyim:
7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti ortada henüz MHP ile bir ittifak durumu söz konusu değilken, Türkiye genelinde %40,9 oranında oy alırken Diyarbakır’da %14,8 oranında oy alabilmişti.
AK Parti’nin en kötü seçimi olarak düşünülüyorsa eğer, 31 Mart’ta Diyarbakır’da aldığı oy bile 7 Haziran’daki oyun iki puan üstünde çıktı.
Ama nihayetinde, Erdoğan’dan ve mevcut hükümetten kurtulmanın en kestirme yolunu, AK Parti ile MHP’nin arasının açılmasında, Cumhur İttifakı’nın dağılmasında gören bu kesimler, MHP’nin AK Parti’ye yük olup olmaması ile dertlenmekten ziyade, mevcut iktidarın hangi senaryoda en kestirme şekilde iktidarını kaybedeceği ile ilgililer.
Bu dileğin gerçekleşmesinin en kestirme yolu, AK Parti MHP birlikteliğinin bozulmasından geçiyor onların gözünde.
Hükümet şu günlerde özellikle ekonomide yakın vadede seçim olmamasının getirdiği rahatlıkla popülizmden uzak kararlarla yoluna devam ediyor.
Altın değerinde görülen ‘seçimsiz 4 yılın’ ilk yarısında enflasyonun tek haneye indirilmesi gibi bir hedef var.
Bu dört yıl başarılı bir şekilde geçirilirse, Cumhur İttifakı’nın hem Türkiye’yi, hem Dünyanın gidişatı içinde kendisini belli eden büyük tehdit ve meydan okumalara karşı güçlü şekilde koruyabileceği, hem de halktan yeni güçlü destekler alabileceği bir potansiyeli var.
Bayramdan önce başlayan Cumhur İttifakı’nın geleceğine dair tartışmalar, Erdoğan ve Bahçeli’nin dünkü görüşmesi ve öncesinde tekrar tekrar yaptıkları açıklamalarla bir güven tazeleme ile sonuçlanmış görünüyor.
Peki bayramdan önce ne olmuştu, şimdi oraya dönelim.
6’LI MASA NIN LİDERLERİ, CUMHUR İTTİFAKI’NIN İÇİNE FİTNE SOKMAK İÇİN DEVREDE
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş ve kızlarını Beştepe’de kabul etmiş, hem güçlü bir insani refleks göstermiş, hem de cinayete karışanların yargılanmasıyla ilgili net bir irade koymuştu.
Ancak Erdoğan’ın bu güçlü duruşu, muhalefet paydaşları tarafından hızlıca Cumhur İttifakı içine fitne sokma amacı da taşıyan siyasi bir aksiyona dönüştürüldü.
Özgür Özel ve 6’lı masanın liderlerinin büyük bölümü, Ayşe Hanımın Erdoğan’la görüşmesinden bir gün önce ya da bir gün sonrasına randevu verip görüşmeler yaptılar.
Bu şekilde MHP yalnızlaştırmak istediler.
O görüşmeler için, Allah’ın başka günü yokmuş gibi öyle bir zamanlama güdülmesi, siyasi bir hesap olduğu intibaını veriyordu.
Devamında olanları biliyoruz.
AK Parti’nin başında Erdoğan gibi, MHP’nin başında Bahçeli gibi iki güçlü lider olmasaydı, bugün Cumhur İttifakı’nın hızlıca güven tazelemiş olmasını değil, hızlıca dağılma yoluna girdiğini gösteren gelişmelerle karşı karşıya kalacaktık muhtemelen.
ERDOĞAN, DÜN GRUP TOPLANTISINDA CUMHUR İTTİFAKI’NIN ÖTESİNE GEÇİP, MHP’YE SAHİP ÇIKAN AÇIKLAMALAR YAPTI.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bayramdan önce İspanya/İtalya gezisinden dönüşte, o gezi sırasında İBB Başkanı İmamoğlu ile açıklamalar yapan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Kimse suç ortağını bize doğru itmesin” sözlerine de cevap vermişti.
Özel’in İmamoğlu’nun baskısı altında olduğuna işaret eden sözlerle, “Bizim iade-i ziyaretimizi hazmedemediler. Belli ki birilerinin etkisi altında kaldılar. Birilerinden onay aldılar. Cumhur İttifakı olarak aynı duruşumuzu, aynı dayanışmamızı devam ettireceğiz. Cumhur İttifakı bir Altılı Masa değildir” dedi.
Sonraki günlerde de, tekrar tekrar Cumhur İttifakı ile yola devam mesajı veren açıklamalar yaptı.
Erdoğan, dünkü Meclis Grup konuşmasında ise, çok daha dikkat çekici bir şey yaptı, Cumhur İttifakı’nın devamlılığına dönük mesajların ötesine geçerek, doğrudan MHP’ye sahip çıkan, destekleyen sözler sarf etti.
Mesela dedi ki:
“Cumhur İttifakı’nın herhangi bir üyesine yapılan saldırı, doğrudan doğruya Cumhur İttifakı’nın birliğine, bütünlüğüne, insicamına yapılmıştır. Biz bu saldırılara eyvallah demeyiz. Bu saldırılara müsamaha göstermeyiz, geçit vermeyiz. Oynanan oyunun da farkındayız.”
Belli ki, bu sözler, MHP cephesinde de beklenen, Cumhurbaşkanının ağzından duyulmak istenen sözlerdi.
Güven tazeleme ifadesi, MHP’yi kurumsal olarak kriminalize etmeye dönük kampanyaya karşı, Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’ndaki ortağının güçlü şekilde yanında yer almasıyla yerli yerini bulmuş oldu.