İnsan bazen bir yitiğini arar gibi bakınıyor etrafa; neyi, nerede yitirdim? Ya da birini bekler gibi bakınıyor; kim, nereden gelecek?
Puslu bir haritanın içinden yollara, ufuklara, dağlara, göklere, eşyaya, insana bakarak aranmak ve beklemek…
İçimde kıvrılıp uzanmış rutubetli bir Mart ikindisinde pencereden yollara bakıyorum, tek tük araçlar geçip gidiyorlar.
Kimler, kimleri nerelere taşıyor böyle acele gidiş gelişlerle, kimler kimlere kavuşuyor, kimler kimlerden ayrılıyor?
Ayrılıklar ve kavuşmalar nasıl da iç içe, koyun koyuna yaşanıyor, tıpkı doğumlarla ölümlerin, acılarla sevinçlerin iç içe yaşandığı gibi.
Aklımda Gazze’li bebeklerin parçalanan, dağılan bedenleri duruyor.
Seni aranırken, acıyla bakınıyorum etrafıma sürekli.
Filistinli anneler aç çocuklarının yüzünde dirhem dirhem erirken,
Gazze acılarına sarınarak bekliyorum yollarını.
Sadece onlar mı?
Elbette hayır.
Öyle çok acı var ki, ümmet olarak öyle çok battık ki zillet çukuruna.
Sanki sen geleceksin ve sihirli bir dokunuşla sızlayan kalbimize, üşümüş avuçlara hohlandığı gibi hohlayıp, acımızı dindireceksin.
Pazartesi gününe ayarlamışım zihnimi.
Pazartesi günü sen geleceksin, ılık bir meltem gibi eseceksin yeryüzüne, yer yüzünün asık yüzünü, buruşmuş yüzünü ağartacak, aydınlatacak ve güldüreceksin.
Sen gelince hayat seninle başlayacak.
Sen gelince, insanın, eşyanın, yüreklerin, ruhların ritmi değişecek.
Sana ayarlanacak takvimler ve yüzü ay gibi parlayacak insanın.
Ve ben o gün iyice anlayacağım ki, beklediğim sendin.
İçimdeki o rengarenk papatya esintilerinden, serçe kuş uçuşlarından bileceğim senin geldiğini.
Senin gülüşlerinin şavkıdığı gecelerime taşırım yiyecek ve içeceklerimi.
Gecelerimizi ve gündüzlerimizi rengine boyayan sultan, on bir ayın sultanı hoş geldin.
Hem ümmet, hem insanlık herkes, hepimiz senin serin esintine muhtacız, içimizi ferahlatacak ılık bir esintine.
Bir dinginliğe, bir muhasebeye muhtacız.
Bir sevmeye , bir sevilmeye muhtacız, en çok da sevilmeye; biri geçsin karşımıza, gözlerimize tebessümle baksın ve kucaklasın sımsıkı. Biliyorum, sen her geldiğinde, bir önceki şaşkınlığından daha fazla şaşırıyorsun.
Haklısın.
Önce biz eşyayı üretiyoruz sonra, eşya bizi kendine benzetip eşyalaştırıyor.
Evimizdeki eşyalar, evlerimizde bize yer bırakmıyor.
Bu tempo arttıkça haklı olarak sen de şaşırıyorsun bizim böylesine hızlı değişimimize.
Teknolojiyi refahımız için üretiyoruz, fakat sonunda teknoloji, bizi kendisine bağımlı yapıyor.
Bulduğumuz bütün sistemleri de kendimize benzettik.
Verdiğimiz bürün sözleri unuttuk.
Saygıyı, sevgiyi, merhameti, yardımlaşmayı, komşuluğu terk ettik.
İki yüzlü, bedbin olduk.
Git gide huysuzlaşıyoruz, git gide birbirimizin kanını daha fazla kanıksıyoruz, neredeyse birbirimizin kanıyla besleniyoruz.
En acıtıcı olan da nedir bilir misin ?
İçimizden vurulmak, içimizden yani sırtımızdan.
İçimizdekilerden bazıları Filistin’i adım adım gasp eden, işgal eden Gazze’li bebekleri katleden zalimleri haklı görürken, vatanını savunan Filistinlileri haksız görür oldu.
Beyazlar karaya bulandı.
Firavunlar baş tacı edildi.
Gel ve onar bizi kutlu ay,
Kitabın sırrına erdir bizi,
Sözün sırrına erdir bizi,
Yaratmanın sırrına, şuuruna eriştirip gönendir bizi, yıka, pirüpak et bizi.
Kötüden iyiye, ölüden diriye, alçaktan yükseğe, boştan doluya, kirliden temize,
dağınıklıktan birliğe, tutsaklıktan özgürlüğe, nefretten sevgiye, kavgadan barışa,
yalandan hakikate ve hakikatin farkına, aşkına erdir ve eriştir bizi.
İki milyarlık ümmet hala; dünyayı kana bulayarak kendi üzerlerine tapu eden efendilerin hizmetini yapıyor.
Ve İslam Ümmeti özgür değil “özgürmüş” gibi yaşıyor.
Bağımsız değil “bağımsızmış” gibi yaşıyor.
Gel ey sultan ay, gel ki, insanlık sen geldiğinde empatiyi hatırlıyor, ümmet sen geldiğinde Kitaba yaklaşıyor.
Gel ve bizi bilmezliğin karanlığından, şuurun ve bilgeliğin tahtına yücelt.
Gel ve bize o tılsımlı hüznünü, mahzunluğunu ve merhametini bulaştır.
Beklediğim, aradığım, arandığım sendin.
Puslu bir haritanın içinden yollara, ufuklara, dağlara, eşyaya, göklere ve insana bakarak aradığım, arandığım ve beklediğim sendin.
Bir Mart ayı ikindisinde, feryatlarımı; annesinin ardından ağlayarak koşan bir çocuğun çığlığına iliştirip, yüzümü; Arabın, Kürdün ve Türkün coğrafyasına döndüm, döndüm ve yalvarıyorum Sahibimize: “ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi” bize rahmetini ve mağfiretini lütfettiğin gibi, bizi Kitabınla muhatap ederek izzettli ve şerefli kıldığın gibi, kurtuluşa da erdir, hakiki kurtuluşa erdir bizi.